25 Haziran 2010

Yarımburgaz Mağarası; Bir Tahribat Klasiği

Berkay Dinçer*
Dinçer, B., 2008
"Yarımburgaz Mağarası; Bir Tahribat Klasiği", Evrensel Gazetesi Küçük Çekmece Kent Eki, 4 Ekim 2008.


Yarımburgaz Mağarası, İstanbul'un arkeolojik açıdan en önemli buluntu yerlerinden bir tanesidir. Küçük Çekmece Gölü'nün hemen kuzeyinde bulunan Yarımburgaz, aşağı ve yukarı olmak üzere iki mağaradan oluşur. 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren önce jeologların, daha sonra da gezginlerin ilgisini çeken mağara, 20. yüzyılın sonlarında arkeologların bilimsel çalışmalarının konusu olmuştur. 21. yüzyılın başlarındaysa, mağara artık alemcilerin, uçucu madde bağımlıların mekânı hâline gelmiştir. Bu haliyle Yarımburgaz Mağaraları, Türkiye'de insan eliyle gerçekleştirilen tahribatın insanlık tarihini nasıl yok ettiğiyle ilgili en üzücü örneklerin başında gelmektedir.

Mağaranın arkeolojik önemiyle ilgili ilk bulgular 1960larda Şevket Aziz Kansu ve Kılıç Kökten'in araştırmalarıyla ortaya çıkarılmıştır.
Bu ilk kazılardan sonra 1986 yılına kadar, mağara yoğun bir şekilde tahrip edilmiştir. Bu tahribat örnekleri arasında, belki dünyada hiçbir arkeolojik alanın başına gelmemiş olacak şekilde, mağarada çekildiği bilinen filmlerin yarattığı tahribat en önemlilerindendir. Bunun yanında İSKİ'nin yaptığı inşaat, mağarada mantar yetiştirmek isteyen bir çiftçinin mağara dolgusunun üst kısımlarını sıyırıp atması gibi pek çok etkinlik, mağaranın tanınamaz hale gelmesine neden olmuştur. Yaklaşık 20 yıllık boşlukta, defineciler ve zevk için tahrip edenlerin de katılımıyla mağarada, doğal olarak bulunan sarkıt ve dikitler,  Geç Antik Çağ ve Bizans yerleşimlerine ait kalıntılar da tamamıyla, bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde yok edilmişlerdir.

1986 yılında İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı'ndan Mehmet Özdoğan'ın başlattığı kazılar, Yarımburgaz Mağarası'nın insanlık tarihi için öneminin daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır. Bu kazılar daha çok Yarımburgaz'ın yukarı gözünde gerçekleştirilmiştir. Burada insanların yerleşik yaşam ve besin üretimine geçtiği Neolitik ve Kalkolitik çağlara ait bulgular ortaya çıkarılmıştır. M. Özdoğan'ın gerçekleştirdiği kazılar sırasında mağara içindeki dolguların bu dönemlerden çok daha eskiye, insanların avcı toplayıcı ve göcebe bir yaşam tarzına sahip olduğu kabul edilen Paleolitik Çağ'a kadar gittiğinin anlaşılması üzerine, kazılar 1988 yılında Güven Arsebük yönetiminde bir ekibe devredilmiştir.

Yarımburgaz'ın insanlık tarihi için asıl önemi de, 1988-1990 yıllarında üç yıl boyunca aşağı mağarada gerçekleştirilen bu son çalışmalarla anlaşılmıştır. Bu son arkeolojik çalışmalarda araştırılan konular sadece arkeolojiyle sınırlı tutulmamış, aynı zamanda jeomorfoloji, arkeozooloji ve tafonomi çalışmaları da yürütülmüştür. Bu son çalışmalara göre, Yarımburgaz Mağarası, günümüzden yaklaşık 400 bin yıl önce insanların barınmış olduğu bir mağaradır. Bu tarihler, Yarımburgaz Mağarası'nı Kaletepe Deresi 3, Dursunlu ve Karain ile birlikte Türkiye'nin bilinen en eski arkeolojik buluntu yerlerinden birisi olduğunu gösterir. Yarımburgaz'ın Paleolitik Çağ'la ilgili bir başka özelliği de, bu döneme ait oldukça uzun süreli bir buluntu yeri olmasıdır.

O dönemde iklim koşulları günümüzdekinden farklıydı. İnsanlarla ilgili olarak, Paleolitik Çağ kültürlerini yansıtan taş aletlerden bolca bulunurken, yaklaşık 400 bin yıl öncelerindeki çevresel durumu yansıtan hayvan kemikleri de oldukça önemlidir. Mağarada bulunan hayvan kemiklerinin büyük kısmı ayılara aittir. Bunlar, insanların mağarada olmadığı zamanlarda mağarayı kış uykusu için kullanmış ayılara ait kemiklerdir. Bu açıdan da Yarımburgaz Mağarası, Avrupa'dan bilinen sayılı örneklerden bir tanesidir.

Bugün, sadece Küçük Çekmece'de ya da Türkiye'de yaşayanların değil, bütün insanlığın ortak geçmişi için önemi tartışılmayacak kadar büyük olan bu mağaranın haline bir baktığımızda, durumunun oldukça vahim olduğunu görüyoruz. Son kazı çalışmalarının üzerinden geçen 18 yılda bu önemli arkeolojik ve jeolojik miras yeniden tahribatla başbaşa bırakılmıştır. Arkeolojik kazı ekipleri tarafından mağarayı korumak amacıyla yapılmış demir parmaklıklar parçalanmış, mağara, Paleolitik ve Neolitik çağlarda altın gibi değerli madenlerin kullanılmamış olduğundan habersiz cahil definecilerin tahribatına tekrar açılmıştır. Bunun yanında, mağaranın içine oyulduğu kayalığın üzerinde büyümeye devam eden Altınşehir'in mağaraya sızan atık suları, mağaranın içinde yeni, ve bu sefer nelerden oluştuğunu çok iyi bildiğimiz sarkıtlar oluşturmaya başlamıştır.

Bugün dünyada, Yarımburgaz niteliğindeki arkeolojik ve jeolojik özelliklere sahip bütün mağaraların girişinde bir bilet gişesi, önünde oraya girmek için bekleyen yüzlerce insan, içlerinde devasa bir müze bulunurken, Yarımburgaz her geçen gün biraz daha yok olup gitmektedir. Bir dağın başında değil de İstanbul gibi 15 milyonluk şehrin neredeyse göbeğinde bulunan bu önemli kültür varlığı, kaderine terk edilmiştir ve ne yazık ki, bu kader göz göre göre yok olmak olacakmış gibi görünmektedir.



* Bu yazı 2008 yılında yazıldı ve yayınlandı. O dönemki Evrensel Gazetesi temsilcisi Filiz Alataş, bana "bugün, yarın yazıyı göndereceğim" demesine karşın bir gazeteyi postaya vermeyi bile beceremedi. Kendisi bu yazıyı bana yazdırmak için çok dil dökmesine rağmen, yazının bir kopyasını bana göndermek zahmetine katlanmadı.

2 yorum:

Unknown dedi ki...

hey, yazını sevdim, önemli bir yaraya parmak basıyor. bir iki noktaya değinmek gerekirse mağarada insanların olmadığı zamanlarda ayıların kış uykusuna yattığından bahsetmişsin, burada yanlış anlamaya imkan vermemek için ayılar ve insanların mağarayı eş zamanlı kullandığına (kışın ayılar yazın insanlar gibi) vurgu yapsan daha iyi olabilirdi. yazının amacı bu değil gerçi ama yerleşik hayata geçmeden önce ve sadece mağaralarda yaşandığını ve sonra pat diye köyler kurulduğunu düşünen çok insan var. bu yazı gazetede yayınlanacaksa dursunlu, kaletepe, karain neresi onu da söylemen daha iyi olabilirdi. insanlar buraları neresi muhtemelen bilmiyordur. ok işaretlerini kullanarak geriye dönemediğim için bu yazıyı çok zor yazdım, düzeltmek mümkün mü?

Adsız dedi ki...

Yazınız çok güzel. Ben geçen yıl 2010'un kasım ayında Yarımburgaz'a gitme fırsatı buldum. Yazıda bahsedilen olumsuz durumlar daha da artmış diyebilirim.Mağaranın içi çöplerle doluydu. Demir kapı yer yer kırılmış. İçeride duvarlara (bu bir Türk klasiği artık) yer yer kalpler, isimler, ilanı aşklar, küfürler ve benzeri yazılar kazınmış. Belki şuan için kazısı tamamlandığı için bir müze niteliği de taşımadığı için (örneğin;lascaux vb. mağaralar gibi) önemsenmeyebilir fakat unutmamalıyızki bu kültürel bilinç sadece bize ait olmaktan çok daha öte gelecek insanlara bırakılması gereken bir miras! Eğer 50-100 yıl sonra Yarımburgaz ve onunla benzer kaderi yaşayan diğer arkeolojik alanlar, iyice tahrip olup, yok olma derecesine gelirse,bu bilimi öğrenen insanlar için sözel bir tarihten ibaret olabilir!