02 Nisan 2001

İnsanın Evrimine Giriş: İnsan Kimdir/Nedir?

Berkay Dinçer
İnsanın Evrimine Giriş: İnsan Kimdir/Nedir?

İnsanın nasıl tanımlanabileceği oldukça önemli bir sorundur. Çünkü bakış açısına göre yanıtlar değişir ve bakış açıları birbirine uymayanların yanıtları çok zaman birbirine yakın bile olmayabilir. Yüzyılın başlarında insanın çevreye uyum yeteneğinin, daha sonraki yıllarda düşüncesinin, 1950'li yıllarda alet yapımının, 1960'larda önce dilinin daha sonraları avcılığının insanın diğer canlılardan farklı olan özellikleri olduğu düşünüldü (Arsebük 1995a). Ancak insanın hayvanlardan farklı olan yalnızca bir özelliği olmadığını ve insanın pek çok yönüyle diğer hayvanlardan farklı ve pek çok yönüyle de diğerleriyle aynı olduğunu kabul edebiliriz. Bedensel özelliklerini göz önüne aldığımızda, insanın doğal olarak iki ayağıyla dik yürüdüğünü, vücuduna göre büyükçe olan karmaşık bir beyine sahip olduğunu, yassı bir yüzü ve diğer dişleriyle yaklaşık aynı boyda olan köpek dişleri olduğunu söyleyebiliriz.

Ancak insanı insan yapan şeylerin başında insanın kültürel özellikleri olduğunu düşündüğümüzde, insanın soyutlama ve alet yapabilen, belli kurallara göre bir dili konuşabilen, besinini paylaşan ve tinsel düşüncelere sahip olan bir canlı olduğunu görürüz (Arsebük 1999). Kısacası insanı tanımlamak için tek tek özelliklerden çok bir özellikler bütününü önermek daha mantıklı olacaktır.
Resim: Australopithecus, Homo habilis ve Homo ergaster



Arkeologlar için insanın en önemli özelliği şüphesiz, alet yapan bir canlı olmasıdır. İnsan kalıcı/zamana dayanıklı hammaddelerden aletler yapmamış olmasaydı bugün arkeoloji diye bir bilim olmayacaktı. Günümüzde özellikle zoologlar, insandan başka hayvanların da alet yaptıklarını öne sürmektedirler. Bu yargıların abartılı yaklaşımlar olduğunu düşünebiliriz. Çünkü antropologlara göre alet, doğada bulunan herhangi bir gerecin, bir düşünceyi yansıtacak şekilde, belli bir amaca yönelik olarak şu veya bu şekilde değiştirilmesiyle oluşur. Aletlerin aynı türden olanları birbirlerine benzerler ve asla rasgele yapılmamışlardır.

Alet kullanıldıktan sonra atılan bir şey değildir. Ayrıca dünyada insan dışında hiçbir hayvan yaptığı aletlere doğrudan bağımlı olarak yaşamamaktadır. Antropologların diğer canlıların alet yaptıklarını ısrarla kabullenmemeleri bu yüzdendir. Zaman zaman kuvvetlenen, hayvanların alet yapıp kullandığı konusundaki yargılar bu tanımlar göz önüne alındığında kabullenilemezdir. Doğrudur, kuşlar, karıncalar ve arılar yuvaları, maymunlar yatakları için emek harcarlar; porsuklar setler yaparlar. Bu tür davranışlar bu canlıların doğayı kendi yararlarına değiştirmesi olarak yorumlanmalı ve bunlarda alet yapımının izleri aranmamalıdır. Çünkü bir şeyin alet olarak yorumlanması için onun bir düşünceyi kesin olarak yansıtması temel koşullardan biridir. Akrabamız olan tüm bu canlıların bu tür davranışlarını belirleyen şey düşüncelerden çok, kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığı henüz yeterince bilinemeyen içgüdülerdir. İnsan dışındaki hayvanların alet yaptıklarını düşündüren ikinci davranış biçimi de, maymunların beyaz karınca avlamak için kullandıkları dallar ve şempanzelerin su emmek için kullandıkları ağaç kabukları gibi örneklerdir. Benzer örneklerin çoğunda –beyaz karınca avlamak için bazı dalların düzeltilmesi dışında- varolan hammaddeyi değiştirmeye yönelen bir hareket yoktur. Kaldı ki, düzelti olsa da düzeltilen dalların sahiplenilerek bir kenara atılmayıp tekrar kullanıldığı görülmemiştir.

Aletin belirleyici özelliklerinden biri de sadece anı kurtarmaya yönelik olmaması, gelecek düşünülerek aletin yapılmasıdır. Bu, alet yapanın bulunduğu durumdan ve andan kendini soyutlayıp geleceğe yönelik düşünceler geliştirmesindendir. İnsan dışındaki hiçbir hayvanın böyle bir soyutlamaya giriştiğinin henüz kanıtlanamadığını herhalde söylememize gerek yoktur. Bu da diğer hayvanların yaptıkları aletlerin geleceğe ve yaşamın geneline ilişkin bir düşünce içermekten çok, o anı kurtarmaya yönelik basit matematiksel sonuçlar olduklarını göstermektedir (Arsebük 1987). İnsanın yaptığı aletlerle hayvanların doğayı kendi yararlarına değiştirmesindeki önemli bir fark da insanın aletini deneyimler sonucunda yapmayı öğrenmesidir. Yapılacak bir alet, bireyin ilk denemelerinde yapılamayabilir, ancak birey aleti yapmaya çalıştıkça aleti yapmak konusunda başarılı olabilir. Hayvanlardaysa deneyimler çok önemli değildir. Kanal ya da set yapan genç bir porsukla yaşlı bir porsuğun yaptıkları işin pek farkı yoktur, aynı şekilde örümceklerin ağları, kuşların yuvaları deneyim kazanıldıkça değişmez; hep aynı şekilde yapılır ya da farklar çok azdır (Darwin 1995).

İnsan türleri Linnaeus sınıflandırmasına göre insan, Hayvanlar aleminin, Omurgalılar filumunun, Memeliler sınıfının, Primatlar takımının Hominidler familyasındandır (Arsebük 1995b). Yaşayan her canlının bir akrabalık ilişkisi içinde bulunduğu göz önüne alındığında (bugünlerde bu genetik olarak kanıtlanmaktadır), insanın en yakın akrabalarının diğer primatlar olduğu görülmektedir. Çok zaman yanlış anlaşıldığının ve bazen de bilinçli olarak çarpıtıldığının tersine insanla diğer primatlar arasındaki ilişki bir ata-torun ilişkisi değildir. Yani günümüzde yaşayan türlerden hiçbiri zamanla evrilerek insan haline gelmemiştir ve gelecekte de hiçbir maymun insan olmayacaktır. Aynı şekilde yanlış anlaşılan bir başka konu da, geçmişte yaşamış fosil insanların günümüz insanıyla günümüz maymunları arasında bir yerde bulunduklarıdır.

Genetik olarak insanın ve insansı maymungillerin (Pongid) evrimsel yollarının günümüzden 8-6 milyon yıl önce ayrılmış olduğu düşünülmektedir (Arsebük 1999). O ayrımdan sonra insan ile Pongidler evrimlerini kendi başlarına ve ayrı ayrı yönlerde sürdürmüşlerdir. Bu gerçekler göz önüne alındığında, ne insanın atasının maymun olduğunu kabul etmek, ne de fosil insanların, insanla maymun arasında bir yerde bulunduğunu düşünmek olasıdır. Bunun tersinin evrim teorisyenlerince söylendiğini düşünmekte ısrar edenlerin amacı bilimden çok siyaset yapmak ve bilimsel düşünceye saldırmaktır.

Bilimin neredeyse her sorusu gibi, insanın evrimi de henüz tam olarak yanıtlanmış bir soru değildir; bilim insanlarının birçoğu bazı konularda henüz görüş birliğine varamamışlardır. Ancak bilim dünyasının tartıştığı şey, bazı çevrelerin ısrarla yanlış anlamak istediği gibi, evrimin olup olmadığı değil, evrimin nasıl olduğudur. İnsanlara ait fosil kalıntılarının sayısı çok fazla değildir. İnsan evrimiyle ilgili tartışmaların birinci nedeni budur (Lewin 1999). Fosillerin azlığının nedeni ise genel olarak paleoantropoloji çalışmalarının karalarda yapılması ve karaların fosilleşme için uygun olmamasıdır. Özellikle başkalaşım (metamorfik) arazilerde ısı ve basıncın olumsuz etkileri yüzünden fosillere rastlamak zordur. Oysa denizler, göller ve bataklıklar gibi sulu ortamlarda fosilleşme daha kolay olur (Ardos 1996).

Bu yüzden fosil kayıtlarını karalardan çok su altında aramak daha mantıklıdır. Bir başka neden ise fosillerin tanımlanması ile ilgili çalışmaların nesnel olamamasıdır. Bunun nedeni de bir anatomik özelliğin aynı türün diğer bireyleriyle olan evrimsel ilişkilerinin ancak tahmin edilebilir olmasıdır (Lewin 1999). Kanımızca, bir başka sorun da dünyanın henüz sadece çok küçük bir bölümünün araştırılmış olmasıdır. Örneğin ülkemizde yaşadığı kültürel ürünlerinden anlaşılan Homo erectus’un bedensel kalıntıları henüz bulunamamıştır (Arsebük 1999). Ülkemizin insan evrimi için oldukça önemli bir bölge olmasına karşılık bilinen Paleolitik Çağ yerleşimlerinin az sayıda (yaklaşık 200 kadar) olmasının bir başka nedeni de arkeologlar arasında bile Paleolitik Çağ ürünlerinin yeterince bilinmemesidir. Yatak buluntularının Tekirdağ çöplüğünde olması bunu göstermiştir.

Bu yazının bütün bölümleri

Hiç yorum yok: