Berkay Dinçer
Aşağıdaki metin, 2002-2003 yıllarında çeşitli günlerde ve çeşitli kişilerle Sosyal Arkeoloji Platformu çalışmaları sırasında yapılan ikişer saatlik beş tartışmada söylediklerimden derlenmiştir. Bu tartışmalardan biri (30 Ocak 2003'te yapılan üçüncüsü), O. Erdur ve G. Duru'nun derlediği "Arkeoloji: Niye? Nasıl? Ne için?" adlı kitapta (Ege Yayınları, İstanbul, 2003: 301-329) yayınlanmıştır.ARKEOLOJİ NEDEN?
Ben aslında felsefe okumak istedim üniversiteye başlarken, toplumun değişimini anlamak istiyordum; toplumu değiştirmek istiyordum. Ama sonra gördüm ki felsefeyle yapamayacakmışım.
Kuralları anlama açısından arkeoloji iyi bir fırsat. Kuralları niye anlamak istiyorum? Niye arkeolojiyle ilgileniyorum? Bu da gelecek için. Daha farklı bir gelecek için, insanlar için. Piyangoda hangi numaranın çıkacağını bilebilmek, ona göre bir bilet almak için belki.
Maymun iştahlı bir insanım; her şeyi bilmek isterim. Arkeoloji öğreneyim, jeoloji, fizik öğreneyim, her şeyi öğreneyim isterim. Bir şeye en uzun ilgim üç-dört sene sürdü. Ama Arkeoloji’ye girdiğimden beri onu bitiremedim. Arkeolojiye atlıyorsun, arkeometri çıkıyor.
Ona atlıyorsun, ayrı ayrı dallar çıkıyor. Arkeoloji aslında her şeyi içeren bir dal; her şey içinde. “Arkeoloji” diye geçiyor, aslında küçük bir bölüm, kimse fazla umursamıyor ama içinde her şey var. Fizik de dahil her şey var ve bu da beni biraz çekiyor.
Ama beni asıl çeken şey araziye çıkmak, yılın bir ayını, iki ayını şehirlerden uzaklarda bir yerlerde geçirmek. Ben biraz kuşa, böceğe de meraklıyım. Kazıya gittiğim zaman bir kuşun peşinde oluyorum bazen. Bir kelebek kovalıyorum. Kazı bana o fırsatı veriyor. Şehir insanı geriyor. Kazı bir kurtuluş gibi gözüküyor. Bu hayata karşı alternatif bir hayat. Gidiyorsun oraya köydesin, kendi başınasın. Şehirden seni kurtarıyor arkeoloji. Şehirli insanın problemi bence doğayla baş başa kalmak...
ARKEOLOJİ NASIL?
Bunun bir mücadele olduğunu düşünüyorum. Herkes kendini bir tarafa koyar ve karşısına da başka birini koyar. Her allahın bir şeytanı vardır. Arkeolojide de öyle. Sen bir taraftasın, ve karşında düşmanların var; defineciler var, kötü arkeologlar var. Bir savaş içindesin bence. Bu bence bir kimlik sorunudur. “Ben bir şeyin içindeyim, bir şeyin parçası oluyorum.” gibi bir hava oluyor.
Bilimsel açıdan bazı eksikliklerin olduğunu görüyorum: Her yerde, herkes kazı yaparken işe sorularla başlamıyor. Bence büyük sorun bu. “Bir yeri neden kazıyorsun? Neden o bölgede çalışıyorsun? Ya da neden o dönemi kazıyorsun?” Bir höyüğü kazmayı da bırakalım, höyüğün üstünde küçücük bir açmayı bile nereye açacağının bence bir soruya yanıt olarak düşünülmesi gerekiyor, plan tamamlamak için kazı yapmamak gerektiğini düşünüyorum. Sıklıkla o soruların olmamasından dertleniyorum. Her şeyi tahrip ediyorsun, her şeyi bildiğini düşünüyorsun. Ama arkeologun aklında bir soru ya da birkaç soru olmadığı için bundan tam olarak yararlanılmadığını düşünüyorum. Yani boş yere orayı kazmış oluyorsun.
Ama tabii biliyorum ki Türkiye'de pek çok insan olmasa bile, az sayıda insan nereyi neden kazdığını biliyor. Küçücük bir açmayı bile neden oraya açtığının, neden orası olduğunun, neden başka bir yer olmadığının yanıtını verebilecek durumda olanlar var. Bence onların olması, onlarla çalışmak da hoş bir şey. Yani bir soru ve onun yanıtı. Yanıtı olsun ya da olmasın, yanıtını bul ya da bulma. Ama sorunun sorulmuş olması önemli bence.
Kazıyı kim yapar? Yani iki sene önce bir şey çıktı Kültür Bakanlığı'ndan, diyorlar ki, “Sadece doçentler ve onun üstü, profesörler kazı yapabilir.” Acaba bu doğru mu? Yani kazıyı kim yapmalı? Bence sorulması gereken bir şey bu. Sorusu olmayan profesör mü, sorusu olan doktor mu?
ARKEOLOJİ NE İÇİN?
Biz arkeoloji yaptığımız zaman toplum için mi yapacağız? Jeofizikçiler de bunca sene depreme kadar bas bas bağırmışlar: Ben de sonradan haberdar oldum söylediklerinden. Arkeoloji de böyle. Sen istediğin kadar bunu toplum için yap, istediğin kadar de ki, “Arkadaş ben bunu toplum için yapacağım, topluma yararı olsun diye yapacağım.” Ama toplum senden onu almaz. Çünkü ihtiyaçlar doğurur bazı şeyleri dünyada. Tutup da senin “ben toplum için kazıyorum.” demen gerçekçi değil yani.
Bilim adamı bilimi kendisi için yapar. Toplum ondan ne gerekiyorsa istediğini alır, istemediğini göz ardı eder. Bilim adamı, bilimi kendini tatmin etmek için yapıyor. Bilim adamının tek sorumluluğu vardır o da yayın yapmaktır. Ne yayınladığının önemi var. Ne merak ediyorsan onu yayınlıyorsun. Ben şimdi tutup da kumrunun kuyruğunda neden üç tane tel var diye merak edebilirim. Bana para verirlerse bunu araştırabilirim de. Bunun toplum için direkt bir faydası var mı? Yok! Ama toplum yayınlardan kendi ihtiyacı olanını alacak. “Ben her şeyi toplum için yapıyorum,” istediğimiz kadar yapalım. Kendimizce toplumun tüm meselelerine açıklık getirelim, hiçbir faydası yok. Deprem meselesinde bile böyle olmadı. Yayın yaparak toplumun ihtiyacı olan bilgiye ulaşmasını sağlamak lazım.
Bilimi sen ne zaman toplum için, bilmem ne için yapmaya kalkışsan her zaman görüyoruz ki bilim kalitesizleşiyor. Ben bilimin bireysel bir şey olduğunu düşünüyorum; insanın kendi kaygılarıyla yaptığı/yapması gereken bir şey olduğunu düşünüyorum. Bilim adamının özgür olması gerekiyor bireysel olarak.
Diyelim ki bir şeyi merak ediyorum. Ama şu anda hiç biriniz beni anlamıyorsunuz. Ya da kimse beni anlamayacak. Ama ben onu ortaya koyduğum zaman belki 50 sene sonra birisi beni anlayacak. Ben böyle düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder