Türkiye
için Arkeozooloji – Hemen Şimdi!
Bu bilgi ve gözlemlerden yola çıkarak Türkiye’de arkeozoolojinin umut verici bir resmini çizmek mümkün gibi görünse de, bu resmin eğitim ve uygulama politikaları sayesinde değil, belli bazı bireylerin üstün çabaları sayesinde oluştuğunun altını çizmek şarttır. Türkiye’de arkeozoolojinin sorunları sürekli göz ardı edilmektedir. Arkeologlar arasında gerçekleşen az sayıda tartışmada sıra nedense hiç bir zaman arkeozoolojiye gelmemektedir.
Bu yazıyı yazmadaki amacım Türkiye arkeozoolojisinin oluşumu ve sürdürülebilirliği açısından belirlediğim başlıca sorunları kısa ve öz bir şekilde paylaşmak ve neden bu meselelerin ivedelikle eğitim ve uygulamada yapısal değişikliklere gidilerek ele alınmaları gerektiğini anlatmaya çalışmak. Sonuç olarak bu meselelerin hızla büyüyen genç ve yerel arkeozoologlar tarafından toplu olarak kararlaştıracakları ilkeler çerçevesinde ele alınması gerektiğini savunacağım. Burada her ne kadar arkeozoolojinin sorunlarından bahsedecek olsam da, belirlediğim sorunların ekolojik arkeolojinin diğer dalları için de geçerli olduğu hatırlatma gerektirmeyecek kadar aşikar olacaktır.
Arkeozoolojinin fen-edebiyat fakülteleri içinde yer aldığı ülkelerde, arkeozoolojinin geçmişte yaşamış insan topluluklarına ilişkin her türlü konuyu aydınlatmaya yarayan bir araç olduğu yaygın olarak kabul gören bir gerçektir. Arkeozoolojinin bu ana amacının yanı sıra daha pek çok konuya ışık tutabildiği düşüncesi de giderek ön plana çıkmaktadır. Arkeozoolojik kalıntılardan yola çıkılarak elde edilen bilgiler alan oluşum süreçlerini, dolayısıyla da arkeolojik stratigrafileri anlamaya yardımcı olabilir; doğa tarihinin başlıca sorularından olan nesillerinin tükenmesinde insan faktörleri meselesi ancak arkeozoolojik çalışmalar sayesinde anlaşılabilir. Arkeozooloji habitat rekonstruksiyonları yaparak paleoklimatolojik sorulara yanıt imkanları sunabilir. Arkeozoolojinin koruma biyolojisi için temel bilgiler sağladığı da son zamanlarda kabul görmeye başlayan özellikleri arasında sayılmaktadır. Bütün bunlara rağmen, arkeozooloji bir araç-bilim ya da yan dal olarak görülemez. Daha önceleri paleontoloji ve arkeoloji bilimlerinin yöntemlerini benimseyerek ilerleme kaydeden arkeozooloji bugün kendi yöntemlerini geliştiren ve kabul ettiren, yani kendi ayakları üzerinde duran bir bilim dalıdır.
Türkiye arkeozoolojisinin anlam ve önemine geri dönersek, bu konuyu da rakamlarla irdelemek mümkündür. Uluslararası Arkezooloji Konseyi’nin (ICAZ – arkeozoolojinin dünya çapında geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için 1974’te kurulmuş olan profesyonel bir dernek) seçimle başa gelen Uluslararası Komitesi (International Committee) onsekiz farklı ülkeyi temsil eden otuz bilim insanından oluşmaktadır. Bu bilim insanlarının yüzde otuzüçünün araştırma konuları Türkiye’yi de kapsamaktadır. Bu araştırmalarının bazılarının temelleri 1960lı yıllarda atılmıştır. Aslında bir tıp doktoru olan Eşref Deniz daha 1991 yılında Türkiye’den elde edilen bilgi birikimini yeterli görmüş olacak ki, “Son 30 yılın bilgileri ışığında Anadolu arkeobiyolojisi” isimli bir bildiriyi Arkeometri Sonuçları Toplantısı’nda sunmuş ve 1992 yılında da yayınlamıştır. Eşref Deniz Türkiye’nin ilk arkeozooloğu sayılabilir. Yirmi yıl önce ivme kazanmaya eğilimine girmiş Türkiye arkeozoolojisinin yavaşlamasına yol açan belki de en talihsiz olay lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi’nde tamamlamış olan Berrin Kuşatman’ın Londra Üniversitesi’nde doktorasını vermesinden kısa bir süre sonra ani ve trajik bir şekilde hayatını kaybetmesi olmuştur.
Türkiye’de arkeozoolojinin geçirdiği bu spesifik sorun ve gelişmeleri bir kenara bırakıp, ama Türkiye’de arkeozoolojinin altmış yıllık bir geçmişi olduğunu da akılda tutarak, Türkiye’de arkeozooloji eğitimi ve uygulamalarının bugünkü durumuyla ilgili dört ana gözlem ortaya konabilir:
1.
Arkeologlar
ve kültürel miras uzmanları hala arkeozoolojik yöntem ve yaklaşlımların
arkeolojide temel bir yer tutması gerektiğine ikna olmuş gibi
görünmemektedirler.
2. Bilimsel arkeolojik çalışmalar disiplinlerarası verilerin sentezlenerek ana temalara bağlanması konusunda ancak kısmen başarılı olabilmiştir.
3. Kazı projelerini yöneten ve materyal kültüre odaklanan arkeologlar ile arkeozoologlar arasındaki etkileşim ve işbirliği hala çok zayıftır.
4. Öğrencileri kariyerlerine hazırlamak amacıyla belirlenen arkeoloji müfredatları arkeozoolojik konuları işlemekte son derece yetersiz kalmıştır.
KW Butzer 1975 yılında "Arkeolojiye ekolojik yaklaşım: Gerçekten deniyor muyuz?" başlıklı klasik bir makale yazmış, aynı gözlemleri o zaman dünyada uygulanan çevresel arkeolojiler için açıklamıştır. Bu gözlemlerin Türkiye arkeozoolojisi için bugün geçerli olması bir tesadüf değil, acı bir gerçektir. Bu durum endişe verici olmaktan artık çıkmış, kırmızı alarm verir hale gelmiştir.
Ben bu sorunların öncelikle varlığını kabul etmek için meseleye etik açıdan bakmakta fayda görüyorum. Temel bilgilerimize geri dönelim; gündelik arkeolojik yaşamımızda, kazıda olsun, fakültede olsun artık düşünmeye belki de fırsat bulamadığımız temel sorulara: Arkeoloji neden yapılır? Kültürel ve doğal mirasımızı anlamak için en önemli kaynaklardan birini teşkil ettiği için. Ama arkeoloji yenilenebilir bir kaynak değildir. Türk ekonomisi büyüyüp, sırtını da devasa inşaat projelerine dayadıkça, ve bu inşaat projeleri kültürel ve doğal miras yasa ve uygulamalarının yokluğunda tüm şiddetiyle artarak tahribata devam ettikçe parçalanarak yok olan bir kaynaktır. Kesilen bir asırlık çınar, kazılmadan tahrip edilen bir Roma tapınağı ve incelenmeden toprakta ya da müze depolarında kaybolan bir kemik arasında kategorik olarak bir fark yoktur.
Bilimin amacı nedir? Bilgi üretmek ve bilgiyi yaymak. Arkeozooloji eğitim ve uygulamasının istisna değil bir standart olduğu bir dünyada, üniversite müfredatlarını öğrencilerin arkeobiyolojik yöntem ve teoriler konusunda da eğitilmelerini sağlayacak şekilde değiştirmek ahlaki bir zorunluluk olarak görülmelidir. Arkeozooloji öğrenimi ve uygulamaları Türkiye arkeolojisinin bir an önce ayrılmaz bir parçası haline getirilmelidir. Kısa süreli, devamlılığı olmayan, katılımcı sayısının kısıtlı olduğu arkeozooloji kurslarının ya da Türk ve yabancı bilim insanlarının gönüllü olarak zamanlarını ayırıp kazılarda öğrencileri arkeozooloji alanında yetiştirmeye çalışmasının kalıcı çözümler getirmediğini artık görmemiz gerekmektedir. Giderek bilinçlenmekte olan arkeoloji öğrencisinin bu tür kurslara gösterdiği büyük ilgi bu görüşü onaylamaktadır.
Türkiye’de arkeolojinin hal ve gidişatı tartışma konusunu olduğunda ‘alt disiplinler’ ve ‘uzmanlık alanları’ nadiren gündeme gelmektedir (örn: Erdur ve Duru 2003, Özdoğan 2008). Bu durum, kuralları koyabilecek ve uygulayabilecek kapasitedeki kimseleri bu yönde harekete geçmeye ikna etmeden önce içerden gelen bir değişime acilen ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Bu tür köklü bir değişimi sağlayacak bir yol planının yerel ve kolektif bir platform tarafından en kısa zamanda belirlenmesi gerekmektedir. Böyle bir oluşumda en önemli rolü ancak yazının başında bahsettiğim genç yüksek lisans ve doktora öğrencileri oynayabilir.
NOT:
Butzer KW (2009) Evolution of an interdisciplinary enterprise: the Journal of Archaeological Science. Journal of Archaeological Science 36/9: 1842-1846.
Deniz E (1992) Son otuz yılın bulgularında Anadolu arkeobiyolojisi. Arkeometri Sonuçları Toplantısı7: 67–75.
Erdur O and Duru G (2003), (derleyenler) Arkeoloji: Niye? Nasıl? Ne İçin? Istanbul, Ege Yayınları.
Kuşatman B (1992) The origins of pig domestication with particular reference to the Near East. Yayınlanmamış doktora tezi, University of London.
Marriner N (2009) Currents and trends in the archaeological sciences. Journal of Archaeological Science 36/12: 2811–2815.
Özdoğan M (2008) Türk Arkeolojisinin Sorunları ve Koruma Politikaları. Istanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
Virchow R (1879) Beiträge zur Landeskunde der Troas. Abhandlungen der Königlichen Akademie der Wissenschaften Berlin, Physikalische Klasse 3:1-190.
Türkiye'de
sürdürülebilir arkeozoolojik eğitim ve uygulama için bir çağrı
Dr. Canan Çakırlar
Alman bir doğa
bilimci olan R. Virchow Schliemann’ın ondokuzuncu yüzyılın sonlarında Troia’da
yaptığı kazılardan çıkan hayvan kalıntılarını inceleyip yayınlamıştır (Virchow
1879). Bu çalışmanın Türkiye’de yapılan ilk arkeozoolojik çalışma olduğu iddia
edilebilir. Yaklaşık 120 yıl sonra, bugün, Türkiye toprakları içinde kalan
kazılardan çıkan hayvan kalıntılarından elde edilen veriler uluslararası bilim
çevrelerinde yoğun rağbet görmektedir. Ülkemizde her yıl üçyüzden fazla kazı
projesinin yürültüldüğü göz önünde bulundurulduğunda arz-talep dengelerinde her
hangi bir ‘sıkıntı’ olmadığı var sayılabilir. Kazılarda ortaya çıkarılan bu
paha biçilmez ‘etüdlük’ malzemenin bir kısmı (tahminimce yüzde birden az bir
kısmı) çeşitli arkeozoologlar ve öğrencileri tarafından zahmetli ve uzun
soluklu çalışmalar sonucunda değerlendirilmektedir. Türkiye’deki
üniversitelerde zaman zaman arkeozoologlara da ‘kadro’ açılması mümkün
olmaktadır. Hali hazırda pek çok yüksek lisans ve doktora öğrencisi tezlerini
arkeozooloji ile ilgili konularda hazırlamaktadır. Her yıl düzenlenen arkeometri sempozyumunda salt
arkeozoolojiyle ilgili sunumlardan oluşan oturumların da yer alması neredeyse
gelenekselleşmiştir.
Bu bilgi ve gözlemlerden yola çıkarak Türkiye’de arkeozoolojinin umut verici bir resmini çizmek mümkün gibi görünse de, bu resmin eğitim ve uygulama politikaları sayesinde değil, belli bazı bireylerin üstün çabaları sayesinde oluştuğunun altını çizmek şarttır. Türkiye’de arkeozoolojinin sorunları sürekli göz ardı edilmektedir. Arkeologlar arasında gerçekleşen az sayıda tartışmada sıra nedense hiç bir zaman arkeozoolojiye gelmemektedir.
Bu yazıyı yazmadaki amacım Türkiye arkeozoolojisinin oluşumu ve sürdürülebilirliği açısından belirlediğim başlıca sorunları kısa ve öz bir şekilde paylaşmak ve neden bu meselelerin ivedelikle eğitim ve uygulamada yapısal değişikliklere gidilerek ele alınmaları gerektiğini anlatmaya çalışmak. Sonuç olarak bu meselelerin hızla büyüyen genç ve yerel arkeozoologlar tarafından toplu olarak kararlaştıracakları ilkeler çerçevesinde ele alınması gerektiğini savunacağım. Burada her ne kadar arkeozoolojinin sorunlarından bahsedecek olsam da, belirlediğim sorunların ekolojik arkeolojinin diğer dalları için de geçerli olduğu hatırlatma gerektirmeyecek kadar aşikar olacaktır.
Arkeozoolojinin fen-edebiyat fakülteleri içinde yer aldığı ülkelerde, arkeozoolojinin geçmişte yaşamış insan topluluklarına ilişkin her türlü konuyu aydınlatmaya yarayan bir araç olduğu yaygın olarak kabul gören bir gerçektir. Arkeozoolojinin bu ana amacının yanı sıra daha pek çok konuya ışık tutabildiği düşüncesi de giderek ön plana çıkmaktadır. Arkeozoolojik kalıntılardan yola çıkılarak elde edilen bilgiler alan oluşum süreçlerini, dolayısıyla da arkeolojik stratigrafileri anlamaya yardımcı olabilir; doğa tarihinin başlıca sorularından olan nesillerinin tükenmesinde insan faktörleri meselesi ancak arkeozoolojik çalışmalar sayesinde anlaşılabilir. Arkeozooloji habitat rekonstruksiyonları yaparak paleoklimatolojik sorulara yanıt imkanları sunabilir. Arkeozoolojinin koruma biyolojisi için temel bilgiler sağladığı da son zamanlarda kabul görmeye başlayan özellikleri arasında sayılmaktadır. Bütün bunlara rağmen, arkeozooloji bir araç-bilim ya da yan dal olarak görülemez. Daha önceleri paleontoloji ve arkeoloji bilimlerinin yöntemlerini benimseyerek ilerleme kaydeden arkeozooloji bugün kendi yöntemlerini geliştiren ve kabul ettiren, yani kendi ayakları üzerinde duran bir bilim dalıdır.
Bu sebeplerden
dolayı, arkeozooloji dünyanın en önemli ve iyi hakemli dergilerinde en sık yer
alan bilim dallarından biri haline gelmiştir (Butzer 2009, Marriner 2009). Salt
arkeozooloji üzerinde yoğunlaşan hakemli dergiler de (örn. Archaeofauna ve Anthropozoologica)
dünyanın yüksek etkili dergileri arasında bulunmaktadırlar. Arkeozooloji aktif
ve büyüyen bir bilim dalıdır.
Türkiye arkeozoolojisinin anlam ve önemine geri dönersek, bu konuyu da rakamlarla irdelemek mümkündür. Uluslararası Arkezooloji Konseyi’nin (ICAZ – arkeozoolojinin dünya çapında geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için 1974’te kurulmuş olan profesyonel bir dernek) seçimle başa gelen Uluslararası Komitesi (International Committee) onsekiz farklı ülkeyi temsil eden otuz bilim insanından oluşmaktadır. Bu bilim insanlarının yüzde otuzüçünün araştırma konuları Türkiye’yi de kapsamaktadır. Bu araştırmalarının bazılarının temelleri 1960lı yıllarda atılmıştır. Aslında bir tıp doktoru olan Eşref Deniz daha 1991 yılında Türkiye’den elde edilen bilgi birikimini yeterli görmüş olacak ki, “Son 30 yılın bilgileri ışığında Anadolu arkeobiyolojisi” isimli bir bildiriyi Arkeometri Sonuçları Toplantısı’nda sunmuş ve 1992 yılında da yayınlamıştır. Eşref Deniz Türkiye’nin ilk arkeozooloğu sayılabilir. Yirmi yıl önce ivme kazanmaya eğilimine girmiş Türkiye arkeozoolojisinin yavaşlamasına yol açan belki de en talihsiz olay lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi’nde tamamlamış olan Berrin Kuşatman’ın Londra Üniversitesi’nde doktorasını vermesinden kısa bir süre sonra ani ve trajik bir şekilde hayatını kaybetmesi olmuştur.
Türkiye’de arkeozoolojinin geçirdiği bu spesifik sorun ve gelişmeleri bir kenara bırakıp, ama Türkiye’de arkeozoolojinin altmış yıllık bir geçmişi olduğunu da akılda tutarak, Türkiye’de arkeozooloji eğitimi ve uygulamalarının bugünkü durumuyla ilgili dört ana gözlem ortaya konabilir:
2. Bilimsel arkeolojik çalışmalar disiplinlerarası verilerin sentezlenerek ana temalara bağlanması konusunda ancak kısmen başarılı olabilmiştir.
3. Kazı projelerini yöneten ve materyal kültüre odaklanan arkeologlar ile arkeozoologlar arasındaki etkileşim ve işbirliği hala çok zayıftır.
4. Öğrencileri kariyerlerine hazırlamak amacıyla belirlenen arkeoloji müfredatları arkeozoolojik konuları işlemekte son derece yetersiz kalmıştır.
KW Butzer 1975 yılında "Arkeolojiye ekolojik yaklaşım: Gerçekten deniyor muyuz?" başlıklı klasik bir makale yazmış, aynı gözlemleri o zaman dünyada uygulanan çevresel arkeolojiler için açıklamıştır. Bu gözlemlerin Türkiye arkeozoolojisi için bugün geçerli olması bir tesadüf değil, acı bir gerçektir. Bu durum endişe verici olmaktan artık çıkmış, kırmızı alarm verir hale gelmiştir.
Ben bu sorunların öncelikle varlığını kabul etmek için meseleye etik açıdan bakmakta fayda görüyorum. Temel bilgilerimize geri dönelim; gündelik arkeolojik yaşamımızda, kazıda olsun, fakültede olsun artık düşünmeye belki de fırsat bulamadığımız temel sorulara: Arkeoloji neden yapılır? Kültürel ve doğal mirasımızı anlamak için en önemli kaynaklardan birini teşkil ettiği için. Ama arkeoloji yenilenebilir bir kaynak değildir. Türk ekonomisi büyüyüp, sırtını da devasa inşaat projelerine dayadıkça, ve bu inşaat projeleri kültürel ve doğal miras yasa ve uygulamalarının yokluğunda tüm şiddetiyle artarak tahribata devam ettikçe parçalanarak yok olan bir kaynaktır. Kesilen bir asırlık çınar, kazılmadan tahrip edilen bir Roma tapınağı ve incelenmeden toprakta ya da müze depolarında kaybolan bir kemik arasında kategorik olarak bir fark yoktur.
Bilimin amacı nedir? Bilgi üretmek ve bilgiyi yaymak. Arkeozooloji eğitim ve uygulamasının istisna değil bir standart olduğu bir dünyada, üniversite müfredatlarını öğrencilerin arkeobiyolojik yöntem ve teoriler konusunda da eğitilmelerini sağlayacak şekilde değiştirmek ahlaki bir zorunluluk olarak görülmelidir. Arkeozooloji öğrenimi ve uygulamaları Türkiye arkeolojisinin bir an önce ayrılmaz bir parçası haline getirilmelidir. Kısa süreli, devamlılığı olmayan, katılımcı sayısının kısıtlı olduğu arkeozooloji kurslarının ya da Türk ve yabancı bilim insanlarının gönüllü olarak zamanlarını ayırıp kazılarda öğrencileri arkeozooloji alanında yetiştirmeye çalışmasının kalıcı çözümler getirmediğini artık görmemiz gerekmektedir. Giderek bilinçlenmekte olan arkeoloji öğrencisinin bu tür kurslara gösterdiği büyük ilgi bu görüşü onaylamaktadır.
Türkiye’de arkeolojinin hal ve gidişatı tartışma konusunu olduğunda ‘alt disiplinler’ ve ‘uzmanlık alanları’ nadiren gündeme gelmektedir (örn: Erdur ve Duru 2003, Özdoğan 2008). Bu durum, kuralları koyabilecek ve uygulayabilecek kapasitedeki kimseleri bu yönde harekete geçmeye ikna etmeden önce içerden gelen bir değişime acilen ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Bu tür köklü bir değişimi sağlayacak bir yol planının yerel ve kolektif bir platform tarafından en kısa zamanda belirlenmesi gerekmektedir. Böyle bir oluşumda en önemli rolü ancak yazının başında bahsettiğim genç yüksek lisans ve doktora öğrencileri oynayabilir.
NOT:
Bu yazının bir
versiyonu çift dilli olarak 6 Ekim 2012 tarihinde Günümüzde Dünya
Arkeozoolojisi konulu sempozyumda sunulmuştur. İngilizce benzer metni ICAZ
bülteninin sonbahar 2012 sayısında yayınlanmıştır.
KAYNAKÇA:
Butzer KW (1975) The
ecological approach to archaeology: are we really trying? American Antiquity 40/1: 106-111.
Butzer KW (2009) Evolution of an interdisciplinary enterprise: the Journal of Archaeological Science. Journal of Archaeological Science 36/9: 1842-1846.
Deniz E (1992) Son otuz yılın bulgularında Anadolu arkeobiyolojisi. Arkeometri Sonuçları Toplantısı7: 67–75.
Erdur O and Duru G (2003), (derleyenler) Arkeoloji: Niye? Nasıl? Ne İçin? Istanbul, Ege Yayınları.
Kuşatman B (1992) The origins of pig domestication with particular reference to the Near East. Yayınlanmamış doktora tezi, University of London.
Marriner N (2009) Currents and trends in the archaeological sciences. Journal of Archaeological Science 36/12: 2811–2815.
Özdoğan M (2008) Türk Arkeolojisinin Sorunları ve Koruma Politikaları. Istanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
Virchow R (1879) Beiträge zur Landeskunde der Troas. Abhandlungen der Königlichen Akademie der Wissenschaften Berlin, Physikalische Klasse 3:1-190.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder