Türkiye Pleistosen arkeolojisi ile ilgili bilimsel olarak yayınlanan ilk buluntu, 1894 yılında J.E. Gautier tarafından Birecik'te (Şanlıurfa) bulunan 20x9cm. boyutlarındaki bir iki yüzeylidir [Arsebük 1998a:71]. Tipolojiye göre bilinen en eski taş buluntular ise güneydoğu Anadolu'daki Eşkini/Sefini ve Aktaş çaytaşı örnekleridir. Bunlar orta boy yumruların üzerinden kaba yongalar çıkarmak suretiyle oluşturulmuştur. Ama bunlara ilişkin herhangi bir arkeometrik tarihleme yoktur. Özellikle güneydoğu Anadolu'da "elbaltasıl" işleyimler yaygındır. Clacton ve Levallois teknikleriyle yapılan aletler güneydoğu ve orta Anadolu'da yaygındır. [Arsebük 1999:45].
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundaki ilk 15-20 yıla yön veren sosyopolitik tavır, kültür politikasına özel bir önem verdi. 1930'ların başında Türk Tarih Kurumu'nun, ikinci yarısında ise DTCF'nin kuruluşu Türkiye'de arkeolojinin gelişmesinde dönüm noktaları oldu. Bazı rastlantılar sonucu Pleistosen arkeolojisi de bu gelişmeden yararlandı. Bu rastlantılardan belki de en önemlisi Şevket Aziz Kansu'nun DTCF'de göreve başlamasıdır. Kansu'yu sırasıyla Kılıç Kökten, Muzaffer Şenyürek ve Enver Bostancı izledi. Bu dört kişi zamanın ekonomik koşulları yüzünden günü birlik ve haftasonu gezileri olarak Ankara çevresinde yüzey araştırmalarına başladı. Daha sonra çeşitli nedenlerle Doğu Anadolu (Kars), Güneydoğu Anadolu (Antep), Doğu Akdeniz (Hatay) ve Antalya yöresinde araştırmalar yapıldı. 1930-1960 yılları Türkiye'de Pleistosen arkeolojisinin kurulduğu ve "altın çağı"nı yaşadığı yıllar oldu [Arsebük 1995:19].
Resim: İstanbul yakınlarında 2006 yılında bulunmuş bir Paleolitik Çağ buluntu yeri: Çakmaklı.
Paleolitik Çağ ile ilgili yerleşim bilgilerinin çoğu 1940-1960 yılları arasında yapılan alan çalışmalarından edinilse de, Türkiye Pleistosen arkeolojisinin bu ilk dönemindeki en temel sorun modern stratejinin yokluğuydu. Bu dönemde daha çok yüzey buluntularının miktarına önem verildi ve yerleşmenin doğal ortamı, taş malzemenin karakteristik özellikleri göz ardı edildi, çok zaman verilen bilgi ölçülmedi, fauna ve flora bilgilerine gereken önem verilmedi. Böylece buluntu türleri, buluntu yoğunluğu gibi unsurlar net bir şekilde bilinemedi. Ayrıca verilen bilgi yeterli derecede fotoğraf ve çizimle desteklenmedi. Bunlar ve bunlara benzer sorunlar sonucunda yüzeyden toplanan ve kazıda bulunan malzemeler yeterince anlaşılamadı [Arsebük 1998a:74]. Yayınlanan buluntuların çoğu -çok zaman yongalar dahi hesaba katılmadan- seçilerek yayınlandı. Böylelikle de yerleşmelerin tam olarak ne olduğu anlaşılamadı [Arsebük 1999:44].
Bu makalenin bütün bölümleri Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundaki ilk 15-20 yıla yön veren sosyopolitik tavır, kültür politikasına özel bir önem verdi. 1930'ların başında Türk Tarih Kurumu'nun, ikinci yarısında ise DTCF'nin kuruluşu Türkiye'de arkeolojinin gelişmesinde dönüm noktaları oldu. Bazı rastlantılar sonucu Pleistosen arkeolojisi de bu gelişmeden yararlandı. Bu rastlantılardan belki de en önemlisi Şevket Aziz Kansu'nun DTCF'de göreve başlamasıdır. Kansu'yu sırasıyla Kılıç Kökten, Muzaffer Şenyürek ve Enver Bostancı izledi. Bu dört kişi zamanın ekonomik koşulları yüzünden günü birlik ve haftasonu gezileri olarak Ankara çevresinde yüzey araştırmalarına başladı. Daha sonra çeşitli nedenlerle Doğu Anadolu (Kars), Güneydoğu Anadolu (Antep), Doğu Akdeniz (Hatay) ve Antalya yöresinde araştırmalar yapıldı. 1930-1960 yılları Türkiye'de Pleistosen arkeolojisinin kurulduğu ve "altın çağı"nı yaşadığı yıllar oldu [Arsebük 1995:19].
Resim: İstanbul yakınlarında 2006 yılında bulunmuş bir Paleolitik Çağ buluntu yeri: Çakmaklı.
Paleolitik Çağ ile ilgili yerleşim bilgilerinin çoğu 1940-1960 yılları arasında yapılan alan çalışmalarından edinilse de, Türkiye Pleistosen arkeolojisinin bu ilk dönemindeki en temel sorun modern stratejinin yokluğuydu. Bu dönemde daha çok yüzey buluntularının miktarına önem verildi ve yerleşmenin doğal ortamı, taş malzemenin karakteristik özellikleri göz ardı edildi, çok zaman verilen bilgi ölçülmedi, fauna ve flora bilgilerine gereken önem verilmedi. Böylece buluntu türleri, buluntu yoğunluğu gibi unsurlar net bir şekilde bilinemedi. Ayrıca verilen bilgi yeterli derecede fotoğraf ve çizimle desteklenmedi. Bunlar ve bunlara benzer sorunlar sonucunda yüzeyden toplanan ve kazıda bulunan malzemeler yeterince anlaşılamadı [Arsebük 1998a:74]. Yayınlanan buluntuların çoğu -çok zaman yongalar dahi hesaba katılmadan- seçilerek yayınlandı. Böylelikle de yerleşmelerin tam olarak ne olduğu anlaşılamadı [Arsebük 1999:44].
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder