3.2. Arap Kaynaklarında Ashab-ı Kehf (Yedi Uyurlar) Mağarası
Arap kaynaklarında mağaranın yeri net olmamakla birlikte, tarih içinde mağaranın yerini tespit etme çalışmalarının en azından bir kısmı günümüze özellikle yazılı belgelerde kalmıştır. Bunlardan bir tanesi, Bizans ile Arap dünyaları arasında akışkan bir sınır olan Anadolu'ya gönderilen Muhammad bin Musa al Munajjim'dir. Abbasi halifesi al-Wathiq (842-847) tarafından Anadolu'ya gönderilen Munajjim'in, ünlü matematikçi ve astronom Abu Jafar Muhammad b. Musa al Khwarazmi (ölümü 847 sonrasında) olması olasıdır. Burada bir astronomun mağarayı aramak için gönderilmesi, Kur'an'da mağaranın güneşe göre konumunu belirten âyetle ilgili olabilir gibi görünmektedir (PANCAROĞLU 2005: 254-255).
Kaynaklarda başvurulan bir başka kişi de, Ali b. Yahya'dır. Bu da bir askeri sefer sonrasında Anadolu'da bir mağarayı ziyaret etmiştir. Halife Ebubekir zamanında (632-634) bir elçinin Constantinople (İstanbul) ziyareti sırasında Ubada b. al-Şamit de bir mağarayı ziyaret eder. Bizans'a giden elçilerin İstanbul yolunda mağarayı ziyaret ettikleri hem al-Muqaddasi, hem de Yaqut tarafından aktarılmaktadır (PANCAROĞLU 2005: 255-256).
Burada, Arap bilim adamlarının bu efsaneyle ilgili mağarayı neden çevrelerindeki başka coğrafyalarda değil de, Anadolu'da aradıklarıyla ilgili olarak, Anadolu'nun o dönemde tarihi ve politik öneme sahip önemli bir sınır bölgesi olmasını ve sınır oluşuyla, Araplar için ilginç, gizemli, yabancı bir coğrafya olduğunu söyleyebiliriz (PANCAROĞLU 2005: 256). Yine bu aşamada, aklımıza Hıristiyanlık'taki Yedi Uyurlar efsanesini Araplar'ın da bildiği gelir. Hıristiyanlık'ta efsanenin geçtiği yer, net olarak belirlidir ve Araplar da aynı efsaneyi doğal olarak aynı coğrafyaya yakın bir yerlerde aramaya zaten güdülenmiş olabilirler.
Elbette ki, Ortaçağ müslümanlarının Yedi Uyurlar efsanesinden haberleri vardı. Ancak, bilindiği kadarıyla, o dönemde hiçbir müslümanın bu efsanenin geçtiği yere, Efes antik kentine uğradığıyla ilgili bir kayıt yoktur. Bunun temel nedenini, Anadolu'daki Arap varlığının o dönemde Efes'e kadar ulaşamamış olması olarak görebiliriz. O dönemde Arap varlığı, Efes antik kentinin bulunduğu batı Anadolu'dan çok Orta Anadolu Platosu ve doğu Kilikya kıyılarında yoğunlaşmaktaydı (PANCAROĞLU 2005: 256). Müslümanların Yedi Uyurlar efsanesinin geçtiği bölgeyi 7. yüzyılda Arap bölgesine yakın olan bir başka Efes'te (Afşin) konumlandırdıkları bilinmektedir (BOWKER 2000).
İbn Khurradadhbih (ö. 885) ve al-Masudi, Yedi Uyurlar efsanesiyle ilgili olarak antik Efes (Afsis) kentinden haberdar olduklarını yazılarında göstermişlerdir. Al-Masudi, aynı zamanda "Kitab al-tanbih wa'l-israf" adlı eserinde, Efes antik kentinin bugünkü Selçuk yakınlarında olduğunu da yazmıştır. Ancak iki yazar da, bu konuda bilgi sahibi olmalarına rağmen, İslâm'ın Ashab-ı Kehf efsanesini antik Efes kenti çevresinde araştırmamıştır. İbn Khurradadhbih, Efes'ten haberdar olmasına rağmen, Ashab-ı Kehf mağarasını Niqiya (Nicea) ile Ammuriya (Amorium) arasına yerleştirir.
Bugünkü Bursa-İznik (Nicea) ve Afyon-Emirdağ (Amorium) mağaranın yeriyle ilgili olarak pek çok yerde anılır. Bu durumda, mağaranın iki şehir arasındaki bölgede olması, ya da iki şehrin mağaraya giden yol üzerinde bulunması söz konusu olabilir. Bu iki şehrin ortak özelliği, Anadolu platosunu İstanbul'a bağlayan güzergâh üzerinde olmalarıdır. Bu güzergâhın Arap diplomatlar tarafından çokça kullanıldığı da aşikârdır (PANCAROĞLU 2005: 256-257). En büyük ve güçlü Bizans eyaleti olan Anatolikon'un başkenti olan Amorium, 7-9. yüzyıllarda Anadolu'daki en önemli kentlerin başında gelmektedir (SİLİBOLATLAZ 2008).
Dolayısıyla, Amorium Araplar tarafından yıkılana kadar pek çok kez kuşatılmıştır. Kuzey Suriye'den İstanbul'a giden bu rota, Araplar tarafından çok kere geçilmiştir. Tipik olarak Tarsus'taki Arap askeri üssünden başlayan seferlerde Amorium, Constantinople'a olan yakınlığıyla önemli bir aşamayı oluşturmaktadır. Dolayısıyla, mağaranın Amorium ve Nicea ile bağlantılandırılması sabit olmayan bir sınır bölgesi olarak Anadolu'nun bu alanının hedef bölgesi haline getirilmesini sağlamış olabilir (PANCAROĞLU 2005: 257-258).
Ibn Khurradadhbih, mağarayı ziyaret eden kişi olarak Muhammad b. Musa'yı gösterir. Bu kişi al-Qurra'da Bizans İmparatoru'nun bir elçisiyle birlikte yaptığı dört günlük bir seyahatte mağarayı ziyaret etmiştir. Al-Qurra, Niğde'nin 30 km kadar batı-kuzeybatısındadır. Mağarada insan vücutlarının hâlâ korunmuş olarak bulundukları da anlatılır. Ibn Khurradadhbih, Pozantı yolu üzerinde içinde korunmuş insan vücutları bulunan bir başka mağaradan daha bahseder. Ancak, Huta al-Raqim adlı bu mağaranın doğrudan Ashab-ı Kehf ile ilişkilendirilmesi söz konusu değildir (PANCAROĞLU 2005: 258-259).
Al-Muqaddasi, mağaranın Tarsus'ta olduğunu söyler. Tarsus'taki mağaranın üzerine bir mescit de inşa edilmiştir. Ashab-ı Kehf mağarasının Tarsus'la ilişkilendirilmesi, belki de, Arapça'daki Tarsus isminin Efes (Afsis) isimleriyle ilişkilendirilmesinden kaynaklanıyor olabilir (PANCAROĞLU 2005: 260 ve dipnot 26).
Al-Masudi, İbn Khurradadhbih'in de sözünü ettiği Al-Huta mağarasını Ashab-ı Kehf mağarası olarak işaret etmektedir. Ancak bu sefer mağaranın yeri belirsizdir ve burası olasıkla Amorium ve Nicea arasında olabilir (PANCAROĞLU 2005: 261).
Bu makalenin bütün bölümleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder