28 Aralık 2005

Arkeolojinin Şiiri

Yayın bilgileri:
Çapa-Mala 4: 26-27, 2001.

Arkeolojinin Şiiri
Berkay Dinçer
Şiir, insanların belki de en eski geleneklerinden biridir. Yazının bilinmediği ya da az kullanıldığı çağlarda toplumsal haberleşmenin şiirler ve ozanlar yoluyla sağlanmış olduğu şüphesizdir. Ülkemizde yakın dönemlere dek devam etmiş olan bu gelenek, şiirin tüm dünyada toplumsal bir bellek olduğunun da göstergesidir. Aşklar, kavgalar ve toplumsal olaylar hep şiirle anlatılır ve şiir, önemli olayların hatırlanmasını sağlar. Günümüz şiiri ise, bir bakıma bu geleneğin izindedir. Şair, gündemindeki olaylardan yola çıkar ve bugünü bir arkeolog gibi belgeler. Homeros’un ölümsüz İlyada ve Odysseia’sı, Sapho’nun şiirleri nasıl geçmişe ait önemli belgelerse, günümüz şiirleri de bugün için öyle önemli belgelerdir. Çünkü şairin işi, bir bakıma dünyasının günlüğünü tutmaktır. Büyük şairlerin de bu toplumsal belleği oluştururken, geçmişten ve dolayısıyla da arkeolojiden yararlanmaları, “dünya günlüğü”nün okunmasını kolaylaştırmaktadır.

Şairin toplumun günlüğünü tutarken yaptığı tek şey, olayları olayların dışında kalarak belgelemek değil, olayların öznesi de olmaktır. Bu anlamıyla şiir, değişikliği yaratan ve değişikliğin bir sonucu olan şeydir. Şair tarihten ve toplumsal olaylardan beslendikçe şiirini geliştirmiş, bu olaylardan kendini soyutladığındaysa şiirle birlikte kendisini de yitirmiştir. İnsanın ne olduğu, nereden nereye gettiği gibi konular hep şiirin konusu olmuştur.

Bu yazı Berkay Dinçer tarafından yazılmıştır. www.PaleoBerkay.atspace.com


Ülkemizde şiir denince akla ilk gelen şairlerden biri olan ve şiirinin büyüklüğü düşünceleriyle koşut olan Nazım Hikmet, bir şiirinde geçmişimizi ve geleceğimizi şöyle özetlemektedir:
Çok uzaklardan geliyoruz
çok uzaklardan...
Kulaklarımızda hala
şimşekli sesi var sapan taşlarının.
Ormanlarında yabani aygırlar kişneyen
dağ başlarının
Kanlı hayvan kemikleriyle çevrilen sınırları
geldiğimiz yolun ucudur.

Şiir geçmişin kalıntılarını içine sindirebildiği kadar güncel olabilir ve güncellikte kaybolmadan geleceğe kalabilir. Nazım Hikmet’in bunu, en kör gözlerin bile rahatça görebileceği şekilde gösterdiği bir başka şiiri de “Nereden Gelip Nereye Gidiyoruz?”dur. Bu şiirin “Başlangıç” bölümünün bir kısmı şöyledir:
Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne,
kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu
ve taşı yonttuğumuzdan beri
yıkan da yaratan da biziz,
yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada.

Cemal Süreyya ise, yalnız tarihsel oyayları şiirin konusu yapmakla kalmamış, şiirin konusuna kazı yapmayı da eklemiştir; kazı yapmanın heyecanını ve bulunanların yeryüzüne yaydığı ışığı şiirlerinde göstermiştir:
Unutma ki,
İnsanlarımız gibi aşkımız da
Kazılarla bulacak kendi güneşini

Vakit ilerliyor anadolu güneşi
Peleponez güneşi olacak az sonra
Boşa dönen çıkrık uzakta
Avucumda Belkıs’ın delik incisi

“Daha Ben” adlı şiiri ise buluntuların verebileceği bilginin tarihsel önemini anlatmaktadır:
Daha ben ilk kazmayı vurmadan
Elime gelen Karabitki’li testi,
Nefertiti’nin mutfağı sayılan yerde
Koyu sır yeni hicret yollarını kesti.

Cemal Süreyya’nın en çok bilinen şiirlerinden biri olan “Ortadoğu”nun birinci bölümünün bir kısmı şöyledir:
Çirkin kuşları ağulu böcekleri besledi
Sayda’yı Hattusas’ı Troya’yı
Alfabe ihraç eden Fenike’yi
Alfabe ithal eden Ankara’yı

MİTOLOJİNİN ŞİİRİ
Şiirin, tarihsel olaylar içinde beslendiği kavramların başında mitoloji gelir. Yunan mitolojisi daha çok Hıristiyan toplumlar tarafından bilinse ve Türk şiirinde mitolojik ögeler fazla görünmese de, Arif Damar “Troya” adlı şiirinde gözlerimizi mitolojiye çevirmektedir:
Zincirinden boşanmış
Öylesine çılgın
Acımasız bir Akhilleus yine
Troya’nın çevresinde
Dönerken
Alnımız taştan taşa vuruyor

Odysseus duruyor eski yerinde
Duruyor erken

Çok erkek
Kral Priamos’tan iyi yürekli
Çok kadın
Andromakhe’den bile güzel

Topraklarımız kutsal

Bu şiir belki de bizim, bizi oluşturan kültürel ögelerin en önemlilerinden bir olan Yunan mitolojisiyle artık barışabileceğimizi ve kültürümüzü onunla zenginleştirebileceğimizi de göstermektedir. Çünkü Yunan mitolojisinin coğrafyası içinde zaten Anadolu da vardır.

Tarihle bugünü mitoloji yoluyla birleştiren bir başka şair de Can Yücel’dir. “Altına Hücum” şiirinin bir bölümü şöyledir:
Biz altın istemiyoruz
Altın gibi buğday başaklarımızı istiyoruz.
Masmavi denizimizi istiyoruz.
Zehire hayır!
Siyanüre hayır!
Altın olan zehire hayır!
Sağlık Tanrısı Asklepion’un
Hastanesini siyanürleyemezsiniz!

Bu şiir, güncel bir konu olan, topraklarımızın altın madencileri tarafından verimsizleştirilmesine karşı, geçmişe dayanarak bu toprakların savunmasını yapmaktadır.

C. M. Bowra “The Creative Experiment (Yaratıcı Deney)” adlı kitabında ülkemizde iyi bilinen bir Yunan şairi olaan Kavafis için, “‘tarihin onurlu yüceliği’ Kavafis’in ‘günlük açmazlardan kurtulmasını sağlamış’ ona ‘tüm yeteneklerini gelişştirme gücü vermiştir,’” demektedir. Durumun gerçekten de böyle olduğunu Kavafis’in “İthake” adlı şiirinde görmekteyiz:
İthake’ye doğru yola çıktığında,
dua et yolun uzun.
Serüvenler bilgilerle dolu olsun.
Leistrigonlar’dan korkma
ne Kiklopslar’dan, ne de öfkeli Poseidon’dan.
Böyle şeyler çıkmayacak yoluna,
düşüncelerin yüceyse, ince
bir duygu sarmışsa gövdeni ve ruhunu.

Aragon’a göre “Fransa’nın en büyük şari olan” Yunan şair Yannis Ritsos da, onu Türkiye’nin de en büyük şairleri arasında saymamızı sağlayan, en az kendisi kadar büyük çevirmeni Özdemir İnce ile yaptığı konuşmada mitoloji ve şiir ile ilgili şunları söylemektedir:

“Yunan mitolojisinde çağdaş ögeler vardır. Zaten bütün evrensel mitolojilerde bu özellik vardır. Böyle durumlarda, şiirde transpositionlar yapılabilir. Bu, şiirin okurla sıcak ilişkiler kurmasını sağlar. Evrensel mitoloji şiiri, sanat yapıtını ne kadar açarsa, yerel mitoloji de yapıtı o oranda kapatır, bilmeceleştirir. Ama evrensel Yunan mitolojisinden yararlanmak sadece bizim tekelimizde değildir, bildiğimiz gibi, yüzyıllardır Batı’ya esin kaynağı olmuştur. Yunan-Roma-Hıristiyan kültüründen gelmeyen uluslar için durum biraz daha zordur, ama Yunan kültürünün en evrensel değerleriyle Anadolu kültürü arasında bazı ilişkiler bulmanız zor olmasa gerek.”

ŞİİRİN UZMANLIK ALANI “HER ŞEY”DİR
Yukarıda arkeolojinin şiirle olan ilişkisinin somut örnekleri gösterilmeye çalışıldı. Kuşkusuz, bu örnekler çoğaltılabilir ve daha iyi örnekler de bulunabilir. Aynı şekilde, başka bilim dallarıyla şiirin ilişkisi de buna benzer bir yazıyla anlatılabilir. Kimyanın, coğrafyanın, astronominin ya da herhangi bir başka bilimin şiirle olan ilişkis gözler önüne serilebilir. Çünkü şiiirin tek uzmanlık alanı vardır ve bu, her şeydir. İnsan hayatının (ve doğanın) şiiri ilgilendirmeyecek hiçbir parçası yoktur. Dolayısıyla bilimler de şiirin “uzmanlık” alanına girerler. Ancak şiir ve şair açısından, tüm bilimler arasında arkeolojinin yeri biraz daha farklı ve özeldir. Çünkü arkeoloji şiire bir geçmiş verir ve şiir, geleceği hedeflediği için buna muhtaçtır. Dünü olmayan insanlık gelecek hedefinden yoksundur. Şairlerin geleceğe dair düşleri vardır ve her ülkenin şairleri vardır. İnsanlar doğacak güneşi umutla bekleyebilsinler diye...

1 yorum:

Berkay Dinçer dedi ki...

KAYNAKÇA

Cemal Süreyya, 1998
Sevda Sözleri (Bütün Şiirleri), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

Damar, A., 2000
Seçme Şiirler, Adam Yayınları, İstanbul.

Gürsel, N., 1976
“İnsanlığın Milyon Yıllık Serüveni”, Sanat Dergisi 209.

Kavafis, K., 1992
Seçme Şiirler, E. Alova, B. Pirhasan (Çev.), Yön Yayınları, İstanbul.

Nazım Hikmet, 2000
Son Şiirleri (1959-1963), Adam Yayınları, İstanbul.

Ritsos, Y., 2000
Şiirler, Ö. İnce, H. Millas, İ. Kuçuradi (Çev.), Varlık Yayınları, İstanbul.