11 Haziran 2012

Arkeolojinin Tetikçileri

Berkay Dinçer

Türkiye’de ne yazık ki, arkeoloji, kazıdan ayrı düşünülemez. Ancak kazı yapmak arkeolojinin araştırma yöntemlerinden sadece bir tanesidir. Arkeolojik kazılar her zaman kabul edildiği gibi aslında buluntu yerlerini tahrip eder. Bundan dolayı, Malta-Valetta sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeler kazıların sadece bilimsel amaçlarla ya da tahrip olacak buluntu yerlerinde yapılması ilkesini kabul etmiştir.

Pek çok belgede geçen “bilimsel amaç” aslında kolaylıkla tanımlanabilir. Bilimsel amaçla kazı sadece bilimsel sorunları çözmek için o buluntu yerini kazmaktan başka çare yoksa yapılır. Problemi çözmenin kazısız bir yolu varsa öncelikle bu yol denenmelidir. Çünkü her gün gelişen yeni teknikler, yeni yorumlar nedeniyle eski kazıların verilerini işlemek zorlaşır ve arkeolojik kazılar her zaman bir tahribat olur. 20 yıl önce yapılmış kazıların hep bir şeyleri bugünkünden daha eksik yapmış olduğu fark edilir.

Arkeologların kazı düşkünlüğü
Türkiye de arkeolojik kültür varlıklarını korumak amacıyla pek çok yasa, yönetmelik gibi düzenlemeyle arkeolojik kazıları belirli bir düzene koymaya çalışan ülkelerden bir tanesidir. Arazi çalışmaları sıkı sıkıya devlet tarafından verilen izinlere bağlı olduğu için arkeologlar aslında (kelimenin dar anlamıyla) en politik bilim insanı gruplarından bir tanesi haline dönüşmüştür.

Belki Anadolu arkeolojisinin laboratuvarları ve teoriyi pek fazla sevmemesinden, ve hatta “masabaşı arkeolojisi”ni aşağılayıcı bir tür olarak görmesinden olacak, Türkiye’de arkeologlar her zaman kazı, yüzey araştırması gibi arazi projelerinin peşinde koşar. Aslında sadece basit bir araç olarak kullanılması gereken kazı Türkiye arkeolojisinde mutlak bir amaç haline dönüşmüştür. Kazısı olmayan arkeolog kendisini yeteneksiz, başarısız, eli kolu bağlı hisseder.

Arkeolojik arazi çalışması izinlerini veren Kültür ve Turizm Bakanlığı, arkeologların kazıya olan düşkünlüğünü çok iyi bildiğinden bu izinleri kendi iktidarının en temel yaptırım aracı olarak kullanır. Örneğin arkeolojik varlıkları tahrip edecek bir barajın inşaatına onay vermeyen bir bilirkişi raporu yazarsanız arazi çalışması izinlerinizi rahatlıkla unutabilirsiniz. Bugüne dek bunun pek çok örneği yaşandı. Bir arkeolog olarak, bilimsel bir doğruyu söyleme, vicdan sahibi olma gibi bir hata yaparsanız bakanlık ve onu yöneten çıkar grupları tarafından mutlaka “hakkınız” verilir.

Günümüzde Türkiye’de modern bilimsel standartlara uymayan pek çok kazı yürütülmektedir. Bunların bilimsel standartlara uygunluğu elbette bir kurum tarafından bilimsel araştırma yapma özgürlüğünün sınırlarına girilmeden denetlenmelidir. Ancak söz konusu, kazı izinlerinin politik duruma göre değerlendirilmesi olursa, burada büyük bir hatanın olduğunu görmek için parlak bir zekaya sahip olmak gerekmez.

El değiştiren kazılarTürkiye’de son birkaç yıldır kazı izinleri konusunda oldukça tedirgin edici bir takım gelişmeler yaşanıyor. Basından takip edilebilen nitelikteki bu gelişmelerden bir tanesi de kazı izinlerinin bir arkeologtan alınıp bir başkasına sunulması. Duyuyoruz ki, bakanlık bazı arkeologları telefonla arıyor ve “şuradaki kazıyı almak ister misin?” diye soruyor. “E orayı başkası kazmıyor mu zaten?” derseniz, cevap “biz sana vermek istiyoruz” oluyor.

Bilimsel araştırma, belirli sorunlar çerçevesinde şekillenir. Bir arkeologun bir kazı yapması için öncelikle orayı neden kazmak zorunda olduğunu iyice bilmesi ve belirli sorunları çözebilmek için bundan başka bir yolunun olmaması gerekir. Bu koşullar sağlanamazsa arkeolojik kazı tahribattan öteye gidemez. Dolayısıyla, akşamüstü gelen bir telefondan sonra bir yerdeki kazıyı devralan arkeologun yaptığı çalışmanın bilimselliğiyle ilgili büyük bir soru işareti oluşur.

Kazıların alınmasıyla ilgili pek çok bahane öne sürülebilir. Bunların başında depoların düzensiz olması, restorasyonun yanlış yapılması gelebilir. Ancak bir ören yerini iki sene içinde turizme kazandıramadı diye bir arkeologun izninin iptal edilmesi vicdansızlıktır. Aynı zamanda bilimsel sorulara sahip olmadan bir buluntu yerinin kazısına sadece bunu yapmak mümkün diye başlamak da vicdansızlıktır.

Burada düşünülmesi gereken bir başka konu da meslek etiğidir. Bahanesi ne olursa olsun, çeşitli nedenlerle bir başkasının elinden alınmış bir kazıyı kabul eden bir arkeologun meslek etiğinin sorgulanması gerekir. Üniversitede bulunan hiçbir saygın bilim insanının bir başkasının emeğine, bir başkasının çözmek istediği bilimsel sorunlara el koyma hakkı yoktur. Bu en başta böyle bir şeye soyunanın kendisine yapılmış bir hakarettir.

Her ne kadar Arkeoloji ve Sanat dergisinin önümüzdeki sayısında bakanlık tarafından yazılmış bir yazıda öyle olmadığı söyleniyor olsa da, bakanlık kazı ve araştırma izinlerini bir ödüllendirme/cezalandırma sistemi içinde görüyor olabilir. Böyle bir durum olmasa bile, bir kazıyı birinden alıp bir başkasına vermek, bilim etiğine ve hatta Türkiye’nin devlet geleneklerine aykırı bir harekettir.

Ne yazık ki, bu oyunlara alet olarak, bilerek ya da bilmeyerek, başkalarının kazılarını üzerlerine alan arkeologların buradaki rolü basit bir tetikçilikten ibarettir. Bakanlığın kurduğu cezalandırma ve ödüllendirme sisteminde bir başkasının elinden alan kazıyı koşa koşa kabul eden arkeologların hangi bilimsel sorularla o kazıyı sürdüreceği belli değildir. Eğer akıllarında o buluntu yeriyle ilgili sorunlar varsa, daha öncesinde neden orayı kazan ekiplerin içinde bulunmadıkları da sorulabilir.

Kazı yapmazsak dünya durmaz
Bu eleştirileri duyan bazı meslekdaşlar başkalarının kazılarını devralan arkeologların buna mecbur olduğunu, başka türlü olamayacağını söylüyorlar. Hatta içlerinde “bak ne kadar iyi, eski ekibin çalışmasını bitirmesine izin verecek,” diyenler bile var.

Öyleyse soralım: Acaba, herhangi bir yerde kazı çalışmaları bir değil, on sene dursa ne olur? Arkeolojik araştırmanın temel amacı her ne kadar bir yeri “turizme kazandırmak” olmasa da, bazı yerel yönetimlerin arkeolojik ören yerleriyle ekonomilerini doğrultmak gibi bir fantezisi vardır. Küçük bir ilçeye ören yeri görmeye gelecek 500 turist olmasa ne olur?

Herkesi üç kere emekli etmeye yetecek kadar arkeolojik malzeme depolarda dururken Türkiye’de arkeologların kazı yapma, “kazı başkanı” sıfatına sahip olma saplantısından kurtulması bir zorunluluktur.

En son böyle bir olayın Kerkenes’te yaşandığını Çorum’daki kazı sonuçları sempozyumunda duyduk. Kerkenes, Türkiye’de gerçekleştirilen en başarılı çalışmalardan bir tanesiydi. Bundan sonra oradaki çalışmalar devam etmese de olur.

Bakanlığın bu tavrını anlamak olası olsa da yarın güç dengelerindeki ufak bir değişiklik olduğunda bakanlık tarafından azmettirilen arkeologların aynaya bakması gerçekten güç olacaktır. Başkalarının kazılarını alan arkeologların kendi “bilimsel” hayatlarını bir kez daha gözden geçirmesi gereklidir.

*Bu yazı 11 Haziran 2012 tarihinde ArkeolojiGazetesi.com'da yayınlanmıştı. Site kapanınca buraya taşındı.

Hiç yorum yok: